Ana içeriğe atla

SESİMİ DUYAN VAR MI?

SESİMİ DUYAN VAR MI?

Mutfaktan bağırdı “hadi kapat şu televizyonu, topla şu oyuncaklarını, misafir gelecek. Ay elim yandı, of yetişemiyorum hadi oğlum…” dağılmıştı yine mutfak. Fırındaki yemeğe baktı kıvırcık saçlı kadın ve oğlunun olduğu salona geçti koşa koşa. “Kime diyorum ben, bu ne ya? Kaç defa söyleyeceğim, çabuk, kime diyorum?” sanki onun ağzından çıkan ses dalgaları havada ilerleyemiyor ve oğlunun kulaklarına ulaşamıyordu. Umurunda bile değildi, beş yaşındaki ufaklığın. Salonun ortasında yatmış, televizyondaki çizgi filmi izlemeye devam ediyordu.

O sırada kapı çaldı, kıvırcık saçlı kadın yine bağırdı, “ellerim yağlı Kaan şu kapıyı aç oğlum”. Kapı tekrar çaldı, “oğlum açsana şu kapıyı”. Herhangi bir ayak sesi duymadı ama kapının tekrar çalan sesini duydu. “Ellerim yağlı dedim ya sana” diyordu, mutfaktan hızlıca kapıya doğru giderken. İstifini bile bozmadan televizyon seyretmeye devam ediyordu ufaklık. Kapıyı açtı, gelen kocasıydı, “sen miydin? Anahtarın yok mu senin, açıp girsene” diye çıkıştı adama.

Yoğun günün ardından eve gelen adamın da tadı kaçtı, eşinin bu tavırlarına. Selam bile vermeden odasına geçti. Zaten pek konuşmayı sevmezdi. Hemen ellerini yıkadı, kıyafetlerini çıkardı ve rahat ettiği bol ev kıyafetlerini giydi. Salona doğru yürüdü, belki oğlu ona ilgi gösterir diye, “Kaan” diye seslendi. Ama çocuğun kılı bile kıpırdamadı. Uzandığı yerden hipnotize olmuşçasına televizyon seyretmeye devam ediyordu. Babası koltuğa oturdu ve “oğlum ne izliyorsun, bıkmadın şunlardan” dedi. Telefonunu eline aldı, o da eleştirmesine rağmen oğlunun yaptığı şeyi yapmaya başladı, telefonundan bir şeyler izlemeye koyuldu.

“Yemek hazır, haydi herkes sofraya” diye seslendi kıvırcık saçlı kadın. “Yemeklerinizi koydum, hadi gelin artık.” Bir süre sonra, “ben yemeye başlıyorum, isteyen gelsin istemeyen gelmesin, dizimi kaçıracağım sizin yüzünüzden,” diye bağırdı. Sonunda dayanamayıp salona geldi ve hipnotize olmuş ufaklığı kolundan tuttuğu gibi apar topar mutfağa götürdü. Konuşmayı sevmeyen babada peşlerinden gitti.

Ufaklık tutturdu hemen “çizgi film istiyorum,” diye. Ne de olsa bir şeyler seyretmeden yemek yiyemiyordu. Mutfak masasının dayandığı duvardaki ekran, her zamanki gibi açıktı ve akşam haberleri saatiydi. Kaan’da bulmuştu seyredecek bir şeyler, annesinin telefonundan. Evin babası da yeni çıkan elektrikli arabanın inceleme videosuna dalmıştı.

Sanki ıssız bir adaya düşmüşüz de etrafımızda kimse yokmuş gibi hayatımız.

“Aman canım sen de biz bu halimizden gayet memnunuz” diyebiliriz. Peki neden şikâyet ediyoruz o zaman sürekli aynı şeylerden?

-Kocam benimle hiç ilgilenmiyor?

-Bu çocuğa laf anlatamıyorum ben. Kaç defa söyledim, şu odanın haline bak.

-Bir günde yüzün gülsün be kadın eve geldiğimde.

Tanıdık cümleler değil mi?

Aslında hepimiz içinde bulunduğumuz durumdan rahatsızız ve bu durum değişsin istiyoruz. Ne yapacağımızı bilemediğimiz için de sorun yokmuş gibi davranıyoruz.

Peki sorunu yok saydığımızda, sorun gerçekten yok oluyor mu? Çözülüyor mu kendi kendine?

Hepimiz farkındayız, mutfak tezgâhı üzerinde yıkanmayı bekleyen bulaşıklar gibi sorunlarımız. Biz çözemedikçe daha da karmaşıklaşıyor, daha da çözülemez hale geliyor ve çözme için isteğimiz de azalıyor.

Buna bir dur demenin vakti gelmedi mi? 

Sizce.

Çocuğuma laf dinletebilmenin,

Kocamın ilgisini çekebilmenin,

Karımın bana gülümseyebilmesini sağlayabilmenin,

Kısaca bozulmuş olan ilişkilerimizi toparlamanın vakti geldi de çoktan geçiyor bile.

Peki ama nasıl toparlayabilirim?

 

 

 

 

 

Yorumlar

  1. Kaleminize sağlık.. Ah insan… şikayet etmeyi bırakıp, nasıl sorusunu sorduğunda da çözüm bulmaya başlayacaktır..

    YanıtlaSil
  2. İnsan düşünmüyor ki hiç neden böyle bir yaşantısı olduğunu normal bir yaşantı gibi geliyor. Hepimizin yaşadığı senaryo aynı gibi. Elinize sağlık çok güzel hayatın içinden bir yazı olmuş.

    YanıtlaSil
  3. Ne kadar da tanıdık bir hikaye. Çözmek isteyenler için ne kadar da basit bir sorun. Ama insanların çoğu kuyuda yaşamayı kurtulmaya tercih etti..

    YanıtlaSil
  4. Farkında olmadan annelerin yaptığı hata...

    YanıtlaSil
  5. Gerçekten iyi bir irdeleme olmuş günümüz sorunlarını ve soru bunları hayatımızda olumluya nasıl çevirebiliriz uzaklaşmaları?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

KUYUDAN ANCAK KENDİ BAŞINA ÇIKABİLİRSİN

“İlaç kullanacak seviyeye gelmişsin Mert…” Son 5 yıldır bu cümleyi 3 defa duydum. Son 5 yıldır 3. kez kendimi burada, psikologla konuşurken buluyordum. Yine kendimi kuyunun dibinde hissediyordum. Bu hastalıktan kurtulalı henüz 2 sene olmamıştı ki davetsiz misafir yine hayatıma girdi. “Duyuyorsun beni değil mi Mert, ilaç kullanacak seviyeye gelmişsin dedim…” Sahi neydi beni bu seviyeye getiren? Psikoloğun ilaç kullanacak seviyeye gelmişsin dediği… Hem gerçekten ilaç işe yarıyor muydu ki? Benim bu sözde hastalığımı geçiriyor muydu, yoksa sadece tekrar yüzeye çıkana kadar hayatımdaki sorunların üzerini mi örtüyordu ? “Niye susuyorsun Mert? Daha önce ilaç kullandığında kendini iyi hissetmiştin, öyle değil mi?” Tabiiii… Kazan dairesindeki yangını bana haber veren uyarı sistemini kapatmamı ve hiçbir şey yokmuş gibi gemiyi kullanmaya devam etmemi sağlamıştı. Fakat kazan dairesindeki yangın devam ediyordu. Üstüne üstlük hiçbir şey yokmuş gibi güvertede güneşleniyordum. Gerçek anlam...

NET MİYİM?

Net miyim? Gerçekten, net miyim? Bu isteğime zıt olan her şeyi gözden çıkaracak kadar… Diğer seçeneklerimden vaz geçecek kadar… Seçenekler arasında kararsız kalmayacak kadar… Net miyim? Bunu istiyorum ama gerçekten istiyor muyum? Bunun karşılığında kurbanlar verebilecek miyim? Yoksa ufak bir pürüzle karşılaştığımda şikâyet etmeye mi başlayacağım? “ Aslında başka alternatiflerim de var ” diye düşünecek miyim? Diğer seçeneklerin, beni rahatlatan imkanların üzerini çizebilecek miyim? Bu isteğimde kendimi seçeneksiz bırakabilecek miyim? Hedefimi değil, o hedefe giderken ki yöntemlerimi çeşitlendirebilecek miyim? Baskılar geldiğinde yürümeye devam edecek miyim? Bütün dünya karşımda duruyormuş gibi hissettiğimde devam edebilecek miyim? Yoksa yapmam gerekenleri yarıda mı bırakacağım? O iyi bildiğim haz kaçamaklarına mı meyledeceğim? İnsan bedelini göze aldığı kararları vermelidir. Karar verirken etraflıca düşünmem gerektiğini biliyorum. Bu işin getireceği bedelleri tartmam gerek...

SEN BU DEĞİLSİN

Anlamak gerçekten çok zor! İnsanlar neden bu kadar moralsiz?   İnsanı cesaretlendirici tek bir sözcüğün yokluğu aslında o insanın ölümü. Ah insan bunu bir bilse. Eğer ki o övgüyü hak ettiğimizde o övgüyü kendimize almak yerine verebilsek ve şunu söyleyebilsek; ”Sen iyilik için nihai güçsün”. Eğer sen öyle olmak istersen. Demiri hiç kimse yok edemez kendi pası hariç. İnsanı da kimse yıkamaz, kendi düşünceleri hariç. Bir insan kendiliğinden öfkeliyse, kendi iç huzurunu sağlayamadıysa, o insan yorgundur. O insan beklenmedik tepkilerle başkalarının kalbini kırandır. Aslında o dışarıya değil kendisine öfkelidir. Sokaklarda yorgun yorgun dolaşan insanlar görürüz. Aslında insanın enerjisi dışarıda çalıştığı her türlü işe yetecek kadar yüksektir. Bazı insanlar ne kadar ağır iş yapsalar da enerjikler ve mutlular. Peki neden? Çünkü potansiyelinin farkında ve kendisiyle barışıklar. Fakat, sen kendinle barışık olmadığın sürece olumsuz düşüncelerden çıkamıyorsun. Başımı alıp gideceğim diyor...