NE BÜYÜK SINAV? NE BÜYÜK BEDEL?
Geçenlerde, kendimi biraz keyifsiz
hissettim. Keyfim yerine gelsin diye öğle yemeği sonrası bir kafeye gittim ve
bol köpüklü bir kahve söyledim kendime. Bir yandan kahveyi yudumluyor, bir
yandan da insanlar ne yapıyor diye etrafıma bakıyordum. Birisi, o meşhur
internet sitesinden kıyafetlere bakıyor, kendi bedeni kalmamış diye arkadaşına
şikâyet ediyordu. Bir diğeri, o kafede oturmuş web sitesi tasarımı yapıyor, bir
başkası sohbet ediyordu yanındaki arkadaşıyla. Bir müddet insanları izledikten
sonra canım sıkıldı ve instagram'da videolar izlemeye başladım. İlgimi çeken
bir video çıktı karşıma. Bir yaşın üzerinde olduğunu tahmin ettiğim, mavi
pijamalar giymiş bir çocuk, evin içerisinde bisikletiyle oynuyor. Belli ki daha
yeni yürümeye başlamış. Bisikletin arkasına tutunarak hem paytak paytak yürüyor
hem de kendince oyunlar oynuyor. Evin iç tasarımından belli, Ortadoğu’da
yaşayan bir ailenin evi olduğu. Perdeleri çiçekli desenli ve pencerenin önünde
füme renkli bir köşe oturma takımı var. Perdeler çekili olduğu için günün hangi
vakti olduğu belli değil. Evin içerisinde, bir yandan çocuklar oynuyor diğer
yandan da ev halkından biri onları videoya çekiyor. Bu güzel anı, ilerleyen
günlerde hatırlamak için kayıt altına alıyor. Çocuklar büyüdüğünde onlara bu
anı göstermek belki de niyeti. Çocuk bir erkek çocuğu ve çok neşeli görünüyor o
an. Sonra bir ses geliyor “güm” diye ve o çiçekli perdeler hareketleniyor. Çok
yakın bir yere, belki de yan binaya, belki de her hafta ziyaret ettikleri o
komşunun binasına düşen bir bomba. O bombanın basıncıyla, kırılan camlar ve
hareketlenen perdeler. Ardından, gelen bir korku hali. Evin içerisinde
çocukların neşesi, gülüşmeleri, korku dolu yüz ifadelerine bırakıyor yerini.
Bir an düşünüyorum, bizim çocukların halini. Dün akşam yemek sonrası bizim evin
halini. Çocuğa yerli malı haftası diye okuldan ödev verilmiş, çilek kıyafeti
yapılacak. Sıcacık evin içinde kırtasiyeden aldığımız malzemelerle yaptık büyük
çocuğun çilek kıyafetini. Küçük olanında suluğunun kapağı kırılmış, onuda yenilemek
derdimiz. Çelik mi olmalı yoksa, plastik mi? Hangisi daha sağlıklı? Beğendik
internetten, hemen siparişini verdik suluğun. Kargo fiyatı çok yüksekmiş,
birkaç parça bir şey daha eklemeye karar verdik. Çocukların çorapları eskimiş,
birkaç çift çorapta ekledik sepete. Vay be dedim kendi kendime. O yakınında
bomba patlayan evi düşündüm birde bizim evin bu halini. Bizim derdimiz neydi,
onların derdi neydi? O bomba bizim evin yakınında patlasaydı bu dertlerimiz
kalırmıydı? acaba. Ne suluk düşünürdük ne de çilek kıyafeti. O an, o aileye
üzüldüm, o çocuklara üzüldüm, bize üzüldüm kendi kendime. Bizim başımıza gelse
bunlar nasıl hissederdik kendimizi? O evde bizde olabilirmiydik? Ya da olanlar
bizim evimizde olabilirmiydi? Gözümüzden bile sakındığımız, suluğunun malzemesine
önem verdiğimiz çocuğumuz o evde oynuyor olabilir miydi? Sonra birden sokaktan
geçen simitçinin sesiyle irkildim. İç dünyamdan çıkıp yine kafede oturanlara
gözüm ilişti. Yan masaya yeni gelmiş bir delikanlı, diğer arkadaşına satın
aldığı telefonu gösteriyordu çok mutluydu. Ne güzel gülümsüyor dedim içimden ve
telefonumun ekranına, instagramda kaldığım video ya geri döndüm. Bir parmak
hareketiyle değiştirdim videoyu. Canım sıkılmış, keyfim kaçmıştı, keşke daha
eğlenceli videolar çıksa karşıma diye iç geçirdim. Bir video, bir video daha.
Canımızı sıkan şeyleri böyle parmakla değiştirmek ne kadar kolay. Keşke gerçek
hayatta da canımızı sıkan şeyleri böyle parmağımızla değiştirme hakkımız
olsaydı. Sonra o kaydırmaların içinde bir video daha gördüm. Ne dediğini
anlamasam da kulağa çok hoş gelen bir müzik. Birazda olsa içimi ferahlatmıştı.
Arapça olduğunu düşündüğüm bir müzik çalıyordu arka fonda. Bir yandan da şarıl
şarıl yağmur yağıyor, yağmurun sesi müziğin notalarıyla birleşiyor ve dinlemesi
çok keyifli bir ahenk oluşturuyordu. Yine Ortadoğu'da bir ülke olduğu belliydi.
Karşıda sarı renkli bir bina ve duvarında Arapça yazılar görünüyordu. Ne
yazıyordu acaba? Merak ettim, keşke Arapça bilebilseydim. Sonra, sokakta yatan
insanlar olduğunu fark ettim video’da. Naylon brandadan, yağmurdan korunmak
için yapılmış derme çatma bir çatının altında olan neşeli insanlar. Tıpkı o
kafedeki yeni telefon alan çocuk gibi mutluydular orada, gülümsüyorlardı.
Üzerine bir başlık koymuş videoyu paylaşan kişi, “Gazze’de sokakta kalanlar,
üzerlerine yağmur yağınca uyandı” diye. Birde ayağında çorabı olmayan o
soğukta, yağmurun altında sokakta gezen yine gülümseyen çocuklar vardı. “Gazze”
dedim içimden, kendi kendime. Ne çabuk unuttuk orada olanları. İnsanoğlu ne de
çabuk unutan bir canlı. İster istemez aklım yine dün gece bizim evde
yaşananlara gitti. Yerden ısıtma kaloriferli evde, çorapla gezen, hasta olmasın
diye çorabın üstüne birde patik giydirilen bizim çocuklara. Yemek yerken çizgi
film seyrettirilen, üzerlerine titrediğimiz çocuklarımıza. Şimdi ekranda çorabı
olmayan, sokaklarda yalınayak gezen çocuklar var. Evlerinde güvende olmayan
çocuklar. Bizde öyle bir duruma düşseydik ya da düşürülseydik böyle
gülebilirmiydik acaba? Onlar gibi neşeli olabilirmiydik? Böyle bir durumda biz
olsak nasıl yaşayacaktık? İnsan, ister istemez kıyas yapıyor. Onların durumuna
bakıp kendi haline şükrediyor. Hadi biz bir şekilde alışırdık belki bu duruma,
dişlerimizi sıkıp ama ya çocuklarımız? El bebek, gül bebek yetiştirdiğimiz,
şampuanını bile göz yakmasın diye özel seçtiğimiz çocuklarımız nasıl
alışırlardı? bu duruma.
Zafer,
Başka Kimin Olabilir?
Biz burada keyfimiz yerine gelsin
diye kafeye giderken, yeni aldığımız telefona sevinirken, Gazze’de bombalar
evlerine düşmedi diye keyfi yerine geliyor insanların. Aileleri hayatta kaldı
diye seviniyorlar. Bizim çocuklar burada, çizgi film seyrediyorlar, yerli malı
haftasında meyve kıyafeti yapmayı öğreniyorlar. Gazze'li çocuklar ise orada,
canlı olarak bombanın ne olduğunu, ölümün ne olduğunu, annesiz-babasız, evsiz,
elektriksiz yaşamanın ne demek olduğunu öğreniyorlar. Sabrın, samimiyetin,
cesaretin ne demek olduğunu, sürekli haz almanın ne demek olduğunu da bizlere
ve dünyaya öğretiyorlar. Yaşadıkları ne büyük bir sınav? Ödedikleri ne büyük bir
bedel? değil mi?
Elden ne gelir ki Gazze için? Samimi
bir şekilde dua etmek dışında. İçi içini yiyor insanın, kamyonlara yardım
doldurup oralara gidesi geliyor ama nafile. Elden bir şey gelmiyor, dua
etmekten başka. Gazze’ye girişte yok, çıkışta yok. Madem ulaşamıyoruz, bir
şeyler ulaştıramıyoruz, o zaman bize düşen görev bu zulmü unutmamak,
unutturmamak. Biz duamızı edip sebebini oluşturalım da sonuç, yerin, göğün ve
dahasının sahibinin elinde. Biz sebebini oluşturalım da, sonuç zaten kabulümüz
olacak. Bizimkisi, koca bir ateşe, bir damla su taşıyan karınca misali tarafını
belli etmek. Bize düşen sadece tarafını seçip beklemek. Zalimlerin planı varsa,
onun üstünde de bir plan var elbette. Ama unutma, o planı yapan isterse,
karıncanın taşıdığı bir damla su, koca bir ateşi söndürmeye yeter. Zafer, Ondan
başka kimin olabilir? Ondan başka kim vadedebilir bir şeyleri?
Yorumlar
Yorum Gönder